6 Şubat 2025 Perşembe

Eveeettt Herkese merhaba!

 

        
Kahve Vakti
5 Şubat 2025

Geçen yıl o kadar ilhamsız geçmiş ki, 10 Haziran'dan sonra tek bir satır bile yazmamışım. Bu yıl da çok farklı sayılmaz ama artık bu döngüyü kırmam gerektiğini hissediyorum. Bu yüzden, önümüzdeki 15 günü Meltem ile nasıl geçirdiğimizi gün gün yazmaya karar verdim. Aslında aklımda başka projeler var ve her gün onlar için bir şeyler planlıyorum. Belki de bu günlük, onlara bir basamak ve cesaret kaynağı olur.

Bu sabah İzo'yu Havaş’a bıraktım. Sağ salim Rize’ye, oradan da Batum’a geçti. Eskiden Gürcistan’a kimlik kartıyla geçerken yurtdışı çıkış pulu almamız gerekmiyordu ama artık gerekiyormuş. İzo öyle dedi. Damadı her geçişte ödeme yapmaya başlamış. Bunu bir araştırmam lazım.

Dün hem kızımın hem benim başımız ağrıyordu. Sabah kahvaltısından sonra biraz hava almak için dışarı çıktık, benzin aldık. Eve dönüşte bu kez Pamucak tarafından dolanıp sahil yolunu kullanmaya karar verdik. Tam yedi senedir ilk kez, üstelik gündüz vakti, sahil yolunda ehliyet kontrolüne denk geldik! Töbe töbe!

Setur Marina inanılmaz bir açık hava AVM’si yapıyor, neredeyse tamamlanmak üzere. Kısmet Otel’in alt tarafında da yeni bir şeyler inşa ediliyordu. Umarım Koç Grubu Kısmet Oteli satın alır da güzel bir şey yapar. Çünkü önceki sahibi o tarih kokan oteli hiç düşünmeden yıkıp geçti. Tamam, belki depreme dayanıklı değildi ama yıkmak da çözüm müydü? Orada bir tarih vardı, bir ruh vardı!

Akşam ben dolma yedim, ama Meltem istemedi. Ona sevdiği şeylerden hazırladım, neyse ki yedi. İlaçlarını saat 10 gibi verdim, gece 12’ye doğru uyudu. Şükür ki sorunsuz geçti. Umarım böyle devam eder.

Sevgiler,

Sevgiler

Tugba


LilyBeth her yerde ansızın karşınıza çıkar!!!

Sahil ve biz

10 Haziran 2024 Pazartesi

Drupa

 Drupa... 16 Yıl


Matbaacılar için Drupa Fuarı ayrı bir anlam taşımaktadır. Babam, 1976 yılından itibaren 2016'ya kadar hepsini ziyaret etmiştir mesela. Hele 1976 yılında Almanya'ya gitmek, fuar gezmek Türk Sanayicileri için çok önemli ve bence ayrıcalıklı bir durumdu. Babam da innovatif bir insan ve etrafında Matbaa Endüstrisinin en iyileri olduğu için yenilikleri hep takip etmişti. 


Eeeee tabii ki ben de bu fuardan geri kalamazdım. İlk Drupa seyahatim 1995 yılında oldu. Babam hep ailesine karşı erteleyeci, gerek yok, sonra gidersin gibi bir tutum içinde olmuştur. Bu tutum Drupa'da da bana denk geldi ama beni kimse durduramazdı, hemen Üniversite'den arkadaşımı arayıp, uçak biletimi alıp fuara babam olmadan gitmiştim. Daha sonra fuarı gezerken benim ingilizceme ve bilgime ihtiyaç duyunca babam ve beraberindekiler, bir daha bu fuar konusunda bana bir şey diyemediler. 

Neyse, hırslandım kendi kendime eskileri hatırlayınca, bazen yapılan haksızlıklara karşı isyan çıkıveriyor içinizden...

Yıl 2008, her sene Sappi Kağıt firmasının düzenlediği yarışmaya katılıyoruz ve 2008'de en iyi broşür baskısında ödül kazandık. Sappi ödülleri Hamburg'ta verecek, biz de ödül töreninden sonra Düseldorf'a Drupa Fuarına devam edeceğiz. 

İlker ve ben harika hazırlanmıştık ama İlker'in başına gelmeyen kalmamıştı, vize problemi, telefonunu havalimanında unutma, smokinin gömleğinin yırtılması, smokinine içki dökülmesi... Grupta İlker'i gören inanın uzaklaşıyordu başlarına bir şey gelir diye :)

Son on gündür Dijital Media, 2024 Drupa Haberleri ile doluydu. Dün birden Facebook 16 yıl önce hatıralarda Hamburg Seyahatimizi yayımlamaz mı? 

16 YIL, dile kolay... Layza ve Yonit ile beraber paylaştığımız o zaman dün gibi bana hala. LV'den bana da çanta alıp üçümüzün bir örnek çantalar ile Hamburg Sokakalarında dolaşmamız, nefis bir ödül töreni, unutamayacağımız bir seyahatti. 

16 yıl geçmiş... Artık Sappi bu ödül törenini yapmayı bıraktı, hatta biraz evvel sayfasına baktım, eskilerde bile yer almıyor. Layza, Yonit ve ben başka yerlere savrulduk ama dostluğumuz hep devam etti. Dünya değişti, her şey değişti. Sonuçta değişmeyen tek şey değişim oluyor. Yıllar bize meydan okuyor, bir ocak, bir aralık olup bitip gidiyor
. Bu değişimde insanın kendine sevdikleri ile 16 yıl sonra bile gülerek, mutlu olarak hatırlar toplaması ve bırakması önemli bence...

Herkese mutlu bir hafta diliyorum. 

Tugba







19 Mart 2024 Salı

10 Yıl

 

10 Yıl

Bugün demans hastalığı ile tekrar sınandığım bir gün oldu benim için. Şu anda TK 1972 sefer sayılı Londra-İstanbul uçağı içindeyim ve son bir saate girmişken arka sırada tahminimce uzun süre İngiltere’de yaşamış yaşlı bir Türk, artık son zamanları Türkiye’de geçirip ölmek için eşi ve oğlu ile uçakta, 3 saattir iyiydi fakat gece yarısı olduğu için ışıklar kapanınca adamcağız korktu ve bağırıyor, ben yan koltukta annemin son gecelerini hatırladım ve ağlayarak bilgisayarıma bu anları not edip sizinle paylaşmak istedim.

Niye bugün sınanıyorum derseniz, 3 gündür Amanda ve Dilek ile beraberim ve Amanda geçen hafta cumartesi günü babasını parkinsondan kaybetti Tabii Parkinson öldürmüyor, 4 senedir adamcağız çok iyi bakıldığı halde yavaş yavaş her şeyin kaybetti ve sonunda uykusunda ölüverdi.

Bugün Amanda’nın annesini görmeye bakım evine gittiğimizde,  10 yıldır bakım evine girmediğimi fark ettim. Orada ruhunun bedenine artık hizmet etmediği,  hala yaşayan ama gözlerinin derinliklerinde artık burada olmak istemeyen yaşlılar, demans hastaları, Parkinson hastaları ile olmak beni kötü etkiledi. 


Annem de 6 yıl erken bunama ile savaştı, çok savaştı ama bugün instagramda dediğim gibi insanın ruhu ile bedeni bir yerde ayrı düşüyor ve sonunda ruh pes ediyor. Buna karşılık biz sevdiklerimizi yaşatmak için elimizden, bütçemizden  ne geliyorsa onlara adasakta, kaçınılmaz son bizi bi şekilde yakalıyor.

İnsan olmak harika bir şey ama yaşlanınca işe yaramaz olmak, hastalıklara yakalanmak, muhtaç olmak berbat. Annem hep “yaşlanınca Allah aklımı almasın” diye dua ederdi, 67 yaşında hafızasını yitirmeye başladı, son 6 ayında benim kızı olduğumun bile farkında değildi. Bir keresinde “bana yardım et, kafamın içinde bir şeyler oluyor, unutuyorum, engel olamıyorum, çok kötüyüm” demişti. O gün, İş Bankasındaki evin mutfağındaki halini unutmam mümkün değil.

21 Mart 2014, sabah 10:00, annem sonunda huzura kavuştu. O haberi alınca katılarak ağladım ama sonra rahatladım. Ruhu serbest kalmıştı artık. Özgürdü artık. Bedeninin hapsi sona ermişti. Bence yukarlarda bir yerlere gidiyorsak etrafında sevdiklerini toplamış, gezdiği, gördüğü yerleri anlatıp, kahkaları ile etrafını mutlu ediyordur. Hele bir de kırmızı oje sürebiliyorsa, keyfine diyecek yoktur.

Bu yazımı Tüm bu hastalıktan yakınlarına bakmış olan dostlarım için  yazdım, hiç kolay olmadı, yaşayan bilir, uzun yıllar geçse de hatıralar, yaşananlar arada insana vuruyor.

Nur içinde uysunlar…

 Tugba

6 Ocak 2024 Cumartesi

Peynir ve Ben

 Eveeettt, beni iyi tanıyan dostlarım peynirden nefret ettiğimi bilirler. Kendimi bildim bileli bu böyleydi ancak aile baskısından, bir pazar sabahı babamın zorla kahvaltıda "bu peynirler bitecek" ısrarından sonra ilahi adaletin eziyete son vermek için  mutfak masasının üzerinde asılı olan 2 kapaklı dolabın kendini bir anda masanın üzerine bırakmasıyla kurtuldum. Bir daha babam beni zorlamadı. Ha kardeşim hep beni taklit ettiği için o da yemezdi, eziyet ikiye katlanırdı. Neyse ki o olaydan sonra o peynirini yemeye başladı ben de yememeye devam ettim. 

Niye nefret? 


Ben 7 sene sonra dünyaya gelen ikinci bebek olunca annem kafayı yemiş. Cins bir insan olduğum için anne sütü hiç emmemişim. Bana Almanya'dan SMA mamalar taşımış yakınlarımız. Takviyelere geçince annem sabah kahvaltılarında içinde peynir, yumurta, süt, bisküvi olan karışımlara geçmiş. Ben inat bir insanımdır. O zamanda ağzımda saatlerce lokmaları tutar mışım ama anne daha inat bitene kadar beklermiş. Bazen elimle arbede çıkarıp dökme girişimlerinde bulunsam da o tabak yeniden yapılır ve önüme gelirmiş.Ha bunları hatırlayacak yaşta mıyım, hayır ama güçlü şahitlerim var...

Yıllarca bu eziyet devam etti.  Bir yaz annem hiper aktif ve imkanlarını sonuna kadar kullanmasını seven biri olarak bizi bir imkanla Kalender Ordu Evine götürdü. Bizler şimdiki çocuklarımız gibi değiliz, öyle heme gittiğimiz yerde ne yemek var, onu isteyelim bunu yiyelim değiliz. 

Bir kaç saat o harika havuzda yüzdük, güneşlendik tabii acıkmaya başladık. Ordu evlerinde kantinler vardır. annem gitti kantine baktı ve elinde 3 adet tostla geri geldi. Saat çok geç olduğu için kantinde bir tek kaşarlı tost kalmış, ne çubuk kraker ne sucuklu tost. İkisi bir güzel tostlarını yediler ben kaldım mı aç bi ilaç. Sonunda kenarlarında peynir gelmeyen yerlerini kemirerek açlığımı gidermeye çalışmıştım. Annem tabii yıllarca yüzüme vurdu aç kalınca nasıl yedin diye. Beyaz peynir olsaydı asla ama asla yiyemezdim. Kantin kültüründe kaşar zar gibi kesildiği için ve az koktuğu için buna katlandım. 

Büyüdükçe ısrarlar yok oldu. Dünyada birtek ben peynir yemeyen biri olarak düşünürken büyüklerimden, ünlülerden bazılarının da peynir yemediğini öğrenmek beni mutlu etti. Bir de peynir çok sevenlere ben saygı duysam da bazıları beni küçümsemekten kendilerini alamadı. Ben her zaman ki gibi onlara saygı duymaya devam ettim hatta çocuklarım peynir çok sevdikleri için onlara kendim peynir de yedirdim, peynirli yemeklerde yaptım. Bodrum Çıngıldan 2 numaralı peynirleri yıllarca taşısım. Onlar kırmızı çizgim, 

Neyse, 51 yaşıma geldim, hala kokusuna, kendine dayanamıyorum ama bana zorluk çıkarmaya devam ediyor. Yapacak bir şey yok. 

Herkese mutlu bir gün diliyorum.

Tugba

24 Aralık 2023 Pazar

2024 ve Biz

 Yıl Haziran 2013,

Her gün işe gidip geliyorum ama akşamları Taksim'de nöbet tutanlara destek vermek için saat 9'da tüm ev halkı balkona çıkıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. 1 ay devam ettik ama sonuçta hızla artan belirsizliğin önüne geçebilecek olan hareketin,  gene bir dış güç oyunu ile yok edildiğine şahit olduk. 

Ha bu dış güç oyunu nereden çıktı derseniz, o yaz Digitürk'te kışın seyrettiğim House of Cards dizisini tekrar seyrederken bir anda oturduğum yerden ayağa fırlamamla fark ettim. Başkan, Öğretmen Sendikasının ayaklanmasını bir türlü bastıramıyor sonunda akıllı biri, öğretmenlere bir isim takıp itibarsızlaştırıyor, millet isimle ilgili yorum yaparken, hoop ayaklananlar dağıtılıyor. "Çapulcular" biz de takılan isim, ve Gezi'nin sonu oluyor.  

2013 yılından sonra hiçbirimiz üzerimizden belirsizlik hissini atamadık. Her sene "bu sene felaket geçti, gelecek sene inşallah iyi olacak" dedikçe belirsizlik kuvvetini daha da arttırdı. 10 yılın sonunda ise duruma dayanamayan Türklerin Beyin Göçü, muasır medeniyetlerine doğru hızlandı. Eskiden mühendis, doktor giderdi şimdi hemşire, kuaför, teknisyen, yabancı dili öğrenmeyi başaran, elinde diploması olan,  bu ülkeyi terk ediyor. 

Biz 50 yaş üstü ülkemizi bırakmayız ama 30 yaş altı artık nerede yaşamını mutlu kılıyorsa orada yaşamayı tercih ediyor. Bu biz 50 yaş üstündekilerin suçu ne yazık ki, "bi kereden bişey olmaz", "istikrar geldi, devam etsin" dedik, dedik, dedik. Sonuç; doğma büyüme Kadıköylü ben, kendi semtimde ne kirada oturabiliyorum, ne de satılık ev alabiliyorum. Araç kiralayamıyorum, çünkü 500.-TL olan depozito olmuş 2500.-TL,  bize araç yok ama 400,000.-$'a Kadıköy'den ev almış devşirmelere var ve hayat onlara güzel ve yaşaması kolay. Vize almak için devşirme olmadığımı kanıtlamak zorunda bırakılan bir ülke oldu burası!

Yeni yıla girerken içinizi kararttım biliyorum ama artık dayanamıyorum. Oyun çocuklarına yuvalarda eğitimin dinileştirilmesi, sadece dış güçlerin ülkemizi ele geçirmelerinin son noktası. Belirsizliğin bile son noktasına gelinmek üzere, biz bu durumda batmamak için hayatta kalmaya çalışan gerçek Türkler olarak, bu saatten sonra ülke değiştirmek zorunda kalmayalım. Türklerin kendi ülkelerinde itibarsızlaştırıldığı bir durumda yaşamak bana ağır geliyor. Yapılan haksızlıkları kaldırmak çok zor geliyor. Bazılarınızın  "bu yazıyı yazman bile tehlikeli, içeri atarlar" dediğini, içimde hissediyorum. 

Atsınlar, umrumda bile değil, benim yaptığım yada yazdığım ülkeme yapılan haksızlıkları dile getirmek. Yazın Kuşadası Gümrüğünde başıma öyle bir olay geldi ki, Türk Polisine yapılan davranışa katlanamadım ve tüm gümrüğü ayaklandırıp o terbiyesiz adama gerekeni gösterdim, en azından Türkleri hakir göremeyeceğini, Polisimize karşı gelemeyeceğini savundum. Nasıl iyi hissettim kendimi anlatamam!

10 yıldır bıkmadınız mı bu belirsizlikten? 21. Yüz yılda saçma sapan şeylere vakit ayırmak yerine muasır medeniyetlere ulaşmak için kafa yoralım. Ülkemiz dünyanın en güzel ülkelerinden biri, ben Avrupa ve Amerika gördüm, bu karşılaştırmayı yapabilen biriyim. Bu ülkeye sahip çıkalım. 2023 te dibe vurduk ama artık yukarıya çıkmak için çaba sarf edelim. 

Hakkımızı koruyalım, adil olalım, en ufaktan başlayıp ülkemizi hak ettiği noktaya getirelim. İyilik saçalım, iyilik bulaştıralım, bu hadsiz yaşan insanlara iyiliğinde insanı mutlu edeceğini, empatinin faydalı olduğunu, hep ben olayına son verip, biz demeyi öğretebiliriz. Ha sabır ister biliyorum bazıları raydan fazla çıkmış durumda ama neden olmasın. İyilik bulaşıcıdır. Unutmayalım.  

Umarım hepimize hayırlı olur 2024, hepinize mutlu yıllar diliyorum. 

Sevgiler

Tugba



28 Ekim 2023 Cumartesi

Cumhuriyetimizin 100. Yılı ve Biz

 100. Yıl

Kaç gündür yazımı hazırlamak için kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışıyorum ama tam olarak onları yazıya dökemeyeceğimden de korkuyorum. Aslında çok mutluyum yeni bir milenyuma girmekten ama biz eskiyi Türk Kanı ile kurulmuş ülkemizi ne yazık ki son 20 yılında koruyamadığım için de hem üzgün, hem de kendimi sorumlu tutuyorum.

Olaylara nasıl seyirci kaldık? Atatürk, gençlere ve eğitimi hep ön planda tutulmasını istemiş ve müfredatı da bunu uygun hale getirmiş. Hani biz hep şikayet ederdik ne çok şey öğreniyoruz diye ilk ve orta öğrenimde ama inanın Londra'da Üniversiteye başladığım zaman matematiğim, tarih ve coğrafya bilgim sınıfımdaki İngiliz ve diğer ülkelerden gelen öğrenciler ile karşılaştırınca epey öndeydi. Bizi küçümseyen Avrupalılar çok şaşırıyorlardı. 

Peki, 20 yılda nasıl geri düştük?

Farkına bile varmadan başımdan geçenleri sizinle paylaşmak isterim:

Mert 2003 aralık doğumlu, Normalde 72 ayını doldurduktan sonra okula başlayacaktı, hatta Nurettin Teksan İlkokuluna başvuru yaptığımız zaman Müdür Yardımcısı "Mert'i alamayız ama dilekçe ve bağışla alabiliriz bekleyin" demişti. 

1 ay sonra kadıncağız aradı ve milli eğitimin 60 aydan itibaren çocukların okula gidebileceğini ve Mert'in evimizin adresi tuttuğu için ilk sıradan çıktığını söyledi ve "çok şaşırdım bir şeyler oluyor ama anlamadım" dedi. 

Mert okula başladı, 4. sınıfı bitirdiği sene "çat 4+4+4 yasası" devreye girdi ve öğrencilerin 60 aydan itibaren okula başlayacakları bildirildi. 

Eeee zaten 4 senedir 60 aylıktan beri alıyordu ama ne ben ne kimse eğitimciler dahil bunu fark edemedik. 4+4+4 kepazeliği devreye girdikten hemen sonra ortaokul sınavlarının ismi her sene değişti, üniversiteye giriş dahi her sene yeni isimlerle kafalarımız karıştı. Devlet okullarının içi boşaltıldı, ben dahil özle okullara para yağdırmaya başladık ama gene hiçbir şeyin farkında değildik.

Bir sabah uyandık ki Darvin'in "Evrim Teorisi" okul müfredatından çıkarılmış! Şok... Bizi uzaylılar mı oluşturdu ya!!! ( bazılarını evet :)

Derslerin içeriğine bir göz atayım dedim, fark ettim ki,  biz Milattan Önce ve Milattan sonra kronolojik bir sıra ile tüm dersleri okurduk. Matematik dahil, duvar örer gibi, tuğlaları üst üste koyarak duvar yapardık, O ne? Ders konuları "bir günümüzü anlatıyor bir milattan öncesine gidiyor, bir geliyor". İnsanoğlunun kafasında bunları kurgulamasının imkanı yok. 

Biz ne yaptık, özellikle sınavlar için dershane peşinden koşan aileler buna bakmadık bile, dershane öğretmenlerinin elinde "biz biliyoruz, siz merak etmeyin" sözleri ile müfredatı sorgulamadık. 

Mert'in ilk başladığı sene ilkokullarda seçmeli ders saatleri arttırıldı. Okullar "ne ile dolduracağız " derken Din Dersi bu ders saatlerini doldurdu. Hangimiz sorguladık, hak aradık, hiç birimiz!

2013 Eğitim Öğrenim Yılı başladığında Türk olmak nasıl unutturula bir yenisi eklendi ve çocuklarımızın okullarda her sabah andımızı okumaları yasaklandı. Atatürkçü bir okula giden Mert'in okulu devam etmek istedi ama 1 yıl boyunca okulda müfettiş kamp kurdu ve olayı unutulmasını sağladı. Biz bir şey yaptık mı? Hayır!

Mert Devlet Okulu dahil, 4+4+4 yani 12 sene de 7 okul değiştirerek ilk ve orta öğrenimini tamamladı. Bizim gibi okul değiştiren o kadar çok aile var ki...

Kimi zaman öğretmeni beğenmedik, kimi zaman paramız bitti, kimi zaman en iyi öğrencileri tek sınıfta topladıkları ve kalan öğrencileri aynı parayı verdiğiniz için en kötü sınıf karmaları yaptıkları için hep daha iyisini aramaya çalıştık. Açıkçası Mert İngilizce'yi özel okulda öğrendi ama en mutlu olduğu yıllar evimizin arka sokağındaki yürüyerek gittiği Nurettin Teksan'dı. Belki eskisi gibi daha kaliteli özel okullar kalsaydı ve tüm öğrenciler devlet güvencesinde eşit eğitim alsalardı daha iyiydi. 

Sonuç benim Oğlum dahil 20 yılda yetişen gençler, Türklüğü tam bilmiyor, dinini tam bilmiyor, geleceğe inanmıyor, bu toprakların nasıl kıymetli olduğunu, ne kadar verimli olduğunu, jeopolitik olarak önemini bilmiyorlar. Kendilerine bile inanmıyorlar. 

Yazacak o kadar çok şey var ki, sizi sıkmayayım ama ben bu hafta televizyonlardaki reklamlardan insanların iki yüzlülüğüne tahammül edemiyorum. (İçlerinde gerçekten inananlar var ama ne yazık ki çoğu benim için gerçek değil). 

Bu reklamları hazırlayanlar Atatürk'ün Nutuk Kitabını okumuşlar mı? Atatürk niye önemli? Atatürk Türk Miletine miras olarak İlke ve İnklaplarında ne anlatmak istemiş? 10. Yıl Hitabesinde neyin farkında olmamız gerektiğini anlatıyor biliyorlar mı? Hayır! Okuması 6 dakika, bu eğitim seviyesi ile anlaması imkansız. 

Devletimiz ATATÜRK'ÜN  adını bile anlamadan Türkiye Yüzyılı diye bir cümlenin arkasında kaçamak davranıyor. Belediyeler olmasa zaten kutlamalar olamayacak. Bu ortamda hala bir şey yapamamak beni derinden üzüyor. 

10. Yıl Nutuk'ta yazan muasır medeniyetler seviyesine hala çıkamamışken, 70'lerin sağ soluna şimdi başka bir boyutta, imanımın sorgulandığı, insanların birbirini öldürdüğü, hoş görünün unutulduğu, sevgisizliğin tavan yaptığı, kolay yoldan para kazanırım yoksa yok diyen insanlar ile olmak, Türklüğümün unutturulmaya çalışıldığı ülkeme sahip çıkmak istiyorum. Bu cümleleri bile yazarken kendimi güvende hissetmediğim ama topraklarını çok seven, ülkesini çok seven bir insan olarak fabrika ayarlarımıza  tez zamanda dönmemizi diliyorum. 

Yurtta Sulh, Cihanda Sulh... M.K. Atatürk

Ne Mutlu  Türküm Diyene...

Bir de savaş çıkaranlar yerine sevgi aşılayan insanlar çıkıp bu insanlara savaş yerine sevgi aşılasa keşke....

Tugba




30 Eylül 2023 Cumartesi

Fenerbahçe ve Ben

 Futbol ve Ben...


Evet futbolu hep sevmişimdir ama bu sevgi nasıl başladı pek hatırlamıyorum açıkçası. Fenerbahçe'de büyüdüğüm için mi yoksa başka bir şeyden dolayı yok böyle bir kayıt yok. Bi de evde annem Galatasaraylı babam milli takım, ne alaka hiç anlayamamışımdır. 

Belki Şemsi Eniştem bize aşılamış olabilir, sıkı Fenerbahçeliydi, Bursa'dan geldiklerinde biz de kalırlardı ve o zamanlar maçlar TRT'de yayınladığı için rahat rahat seyrederdik, tek sıkıntı tam gol pozisyonu olduğu zamanlarda kardeşim televizyonun önünden geçer ve eniştem golü seyredemezdi. Oturduğu yerde zıplar, homurdanırdı. 

Asıl eziyet ise ben Londra'da okurken pazar akşamlar annemler ile telefonda görüşürdük ve ben maçların sonucunu sorardım. Annem TRT seyrederken fark ederse bana söylerdi yoksa yok, ben Salı günleri öğleyin Picadilly Circus'a gider, Gazeteciden Hürriyet Gazetesi alır ve son sayfadaki spor haberlerinden skorları öğrenirdim. Gazete 1 gün evvelin gazetesi olduğu için. 

Bu hafta yurt dışından misafirim vardı ve İstanbul'a ilk gelişi idi. Aslında Avrupalı olduğu için futbol seyretmeye meraklı olduğunu ve mümkünse bir maç izlemek istediğini söyledi. 

Aman allahım, bir bilet almak ne kadar zormuş. Kombinen falan yoksa, yan yana iki kişi bilet bile alamıyorsun, bir dürü kural, neyse çok yakın bir dostumdan iki bilet buldum ama Pasolig kartına yüklenmesi 1 gün aldı ama başardım. 

Perşembe akşamı hayatımda ilk defa stadyumda maç seyretmeye gittim. İlk defa giden biri olarak olabilecek en gürültülü tribünden maçı izlemek güzeldi. Tek sıkıntı hava çok nemliydi ve tüm tribün ter kokuyordu, ha bi de küfürlü tezahürat felaketti. 

Şansıma 4-0 maçı aldık, 4 kere polis kontrolü, stada yaklaşabilmek için yürümeme deydi. Tek sıkıntı bazı durumlardan dolayı oyuncuları ve ligi takip etmeyi o kadar bırakmışım ki, kim kimdir bu sezon tanımıyordum. Allahtan yanımdaki Sabancı Üniversitesi'nde okuyan gence sordum. Çocuk sabırla kim kimdir anlattı, hatta o kadar kibardı ki ara da bize su almış. Bu arada maça gelen halk o kadar tatlıydı ki, kimi eşini almış gelmiş, kimi kızını almış, halk harikaydı. Gerçek Türk Halkı oradaydı. Ne Araplardan ne Suriyeli kimse yoktu. Tez zamanda bu göçmenlerden kurtulsak da kendi kendimize kalsak, ileriye gidebilsek ne güzel olurdu. Ah  ah...

Neyse fotoğrafta 1990 yılındaki Londra'daki yurt odamda asılı olan Fenerbahçe Posterimi paylaşmak istedim. 

Hepinize iyi geceler...

Tugba