gençlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gençlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2025 Cumartesi

Herkese Merhabaaaaa....

Milenyum 2000 yılı...


24 Ocak'tan beri sağlık problemleriyle ailecek uğraşıyoruz. Önce İlker Arıcı rahatsızlandı, tam onu iyileştirdik derken geçen hafta Meltem Arıcı, cumartesi akşamı kendini kaybetti. Saatlerce sakinleştirmeye çalıştım ama olmadı. Pazar gecesi de durum değişmeyince arabaya atladık ve İstanbul'a döndük.

Perşembe günü Meltem için hastaneye yattık. O gece, cumartesiden bile daha kötü geçti. Neyse ki sevgili doktorumuz, eski Leo dostum Doç. Dr. İsmail Mete Şaylan ve yıllardır Meltem’in doktoru olan Doç. Dr. Osman Abalı, koordineli bir şekilde onu düzlüğe çıkardı. Biraz daha zamana ihtiyacı var ama yaşının ilerlemesi ve son aylarda iki ilacının piyasada bulunamaması böyle bir krize yol açmış. İyi olacak... Arayan, dua eden, yemek gönderen tüm dostlarımıza sonsuz teşekkürler.

Gelelim başlığımın açılımına...

Son günlerimi hastanelerde geçirince kendimi anneme benzetmeye başladım! Yanımızda bize yardımcı olanlarla Meltem’le ilgilenirken sohbet etme fırsatı yakaladım. Gençleri hep sevmişimdir, bilirsiniz, ve yaş 52 olunca,  onlara yaptıkları işten memnun olup olmadıklarını sormaya başladım. Annem de sorardı. O zamanlar ne cevap alırdı bilmiyorum ama benim aldığım cevap genellikle şöyle: Gelecek için hiçbir umutları yok, yaptıkları işi çoğu sadece para kazanmak için yapıyor, fırsatları olsa baba evinde yan gelip yatmayı tercih ederlerdi.

Milenyum, yani yüzyıl değiştiğinde, teknolojiyle birlikte birçok şeye kolayca ulaşacağımızı, ideallerimize daha yakın olacağımızı düşünmüştüm. Halbuki 2000 sonrası doğanlar, yani şu an 20 yaş üstü olanlar, iki yüzyıl arasındaki farkı bilmedikleri için onlara öğretilen sistemin içine doğdular: kapitalizm, kolay yoldan para kazanma, en az üç ya da dört ay sonrasını düşünmeden kazandıklarından fazla harcama, sonra borç sarmalına girme ama en yeni telefonu, en yeni ayakkabıyı almaktan geri kalmama... Ana baba parasıyla sigara alıp kahve dükkanlarında oturmak onlar için normal hale geldi.

Bir de işler ters gidip ekonomik kriz çıkınca hop para tükendi. Eee, ne yapacaklar? Hayal kurma yok, çoğu bilgisayar başında büyümüş, hayatı sadece ekranda gördüklerinden ibaret sanan çocuklar. "Umudumuz yok, zaten ev ve araba alacak kadar para kazanamayacağız, boş verelim gitsin," diyorlar.

Bizim gençliğimizde de ev almak çok zordu, kredi bile yoktu ama burası Türkiye, Anadolu toprağı... Her şey bir şekilde değişir, ev de alınır, araba da.

Bu hayal kuramayan, tembel nesil nasıl yaşayacak, merak ediyorum.

Gelelim annem gibi olmaya...

Ben de artık yaptığım konuşmalarda gençlere "Hayal kurun, hedefler belirleyin, içinde bulunduğunuz negatif sarmalı pozitife çevirmenin yollarını arayın," diye tavsiye verir oldum. Üstelik bunlar şanslı, ChatGPT gibi bir teknoloji var; planlarını nasıl şekillendireceklerini bile öğrenebilirler.

Aslında gıcık olduğum bir konuyu da bununla birleştirmek istiyorum. Dünya, Hollywood filmlerinde bize seyrettirilen hale gelmeye başladı. Üstün güçler bizi moronlaştırıyor, salgınlar, umutsuzluklar, huzursuzluklar... Allah sonumuzu hayretsin. Bakalım ne olacak.

Herkese iyi geceler...

Tugba

20 Haziran 2021 Pazar

Sosyal Hayat ve Para Kazanma

 


40 yaş üstü okurlarım, sizler hiç düşündünüz mü çalışma hayatınıza başladığınız zaman para kazanmak mı önemliydi yoksa sosyal hayatınız mı? Öncelik size göre neydi? 


Bize öğretilen,  lise yada üniversiteyi bitirdiğimiz zaman ya işe girip para kazanılacaktı yada memur olunup düzenli, sakin bir işte ev geçindirecek düzeyi sağlamaktı. Aileler kendi aralarında iyi bir eş buldukları zaman da çocuklarının izdivaçlarına ön ayak olurlar, hayat devam ederdi. Türkiye normali buydu. En azından benim bildiğim ve yaşadığım. 

Son yıllarda gençlerimiz artık bu normların dışında bir hayat, bir gerçeklik yaşamaya başladılar. Biraz avrupalılaştık, biraz pardon buraya ne yazacağımı bilemedim ama bu yazıyı yazmak ve kendime not olarak bırakmak istiyorum, bu duruma takılmış haldeyim. Biraz açayım:

Mesela,  biz mükemmel çocuklar yetiştiren, pahalı okullarda çocuklarını okutan ebeveynler olarak bu standartlarını devam ettirmeleri için onlara ev açar olduk, çalışmasalar da gene pahalı ayakkabıları girmeleri için biz çalışmaya devam eder hale geldik. Bazıları benim oğlum da dahil, "üç kuruşa niye çalışayım, zaten bir standartım var, böyle devam ederim" halinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu onların normali ama benim değil mesela...

Bazıları, çalışma saatlerine takmış durumda, haftanın altı günü 12 saat çalışıp eve yorgun argın gitmektense zar zor girdiği o işten ayrılıp evde kalmayı tercih edenleri o kadar çok duyar oldum ki anlatamam, yada anlatıyorum, buna katlanamıyorum. Sosyal hayatımız olmuyor diyorlar gerekçe olarak. Paran olmazsa sosyal hayat nasıl olur?  

Tüm çalışma hayatım boyunca çalışma saatlerine bağımlı kalmadım. Gençken para kazanmak istiyorsan işi bitirip çıkardın. Sorgulamazdık biz kaçta geldik kaçta gittik. Zaten büyük şehirde yaşayınca paran yoksa ailen falan dinlemez seni, kimse bakmaz sana o zamanlar. İşimiz olduğu için kendi kazandığımız paralar ile sinema, tiyatro yada yemeğe giderdik. Anamızın babamızın parasıyla değil. Yada ben değil. 

Para kazanmak için ya çok çalışırdın, yükselip gelirini arttırırdın yada memur olup kazandığını harcardın. 

Yeni neslin para kazanma ve harcama şeklini, hayatını anlamaya çalışıyorum ama daha çıkamadım işin içinden. Sorumluluk almaya nasıl başlayacaklar, merakla bekliyorum ya siz?

Tugba