3 Nisan 2020 Cuma

Corona Günleri 18. Gün





Corona Günleri

18. Gün


3. Haftanın sonuna geliyoruz. Çocuklar artık delirmiş durumda, bizler evde kalmaktan jetlag olmaya başladık, gündüz gece ne zaman uyuduk, ne zaman uyandık iyice karışmaya başladı. 

Bu yazımı hazırlarken Cumhurbaşkanı yeni yasaklar getirdi, bizim için en kötü olan 20 yaş altındakilerin sokağa çıkmasının yasaklanması, Meltem'i artık arabaya atıp site içinde bir aşağı bir yukarı gezdiririm. Şehirden de çıkmamız yasaklandı. Toptan sokağa çıkmayalım, iki hafta mı üç hafta mı bitirelim şu salgını,kurtulalım. 

Bugün Meltem'in iğnesini yaptırmak için sağlık ocağına giderken millet dışarıdaydı walla, büyük küçük çok adam vardı. Sağlık ocağına gidince hemşiremiz Bahar, hiç bizi içeri almadı, arabaya gelip Meltonun iğnesini yaptı. Tabii ki Müge Anlı müdahalesi gibi değil bizimkisi, Meltoyu çok sevdikleri için içeri almadılar. 

Bugün kedimiz Pıtır'da delirdi, sabahtan beri havalarda uçuşuyor, şu an yazımı yazarken bilgisayarın üzerine çıkmak istedi. Hava ayaz, bir türlü ısınmıyor. Mert internetimizi bitirdi, kaplumbağa hızıyla bağlanıyoruz ayın 20'sine kadar. Meltem dışarıya çıktığı halde yerinde durmuyor, bir oraya bir buraya, biz yorulduk o yorulmuyor. Daha nasıl idare edeceğiz bilmiyorum. 

Bu yeni yasaklar daha da sıkıcı olmaya başladı, aynı araç içinde yan yana oturmak ta yasakmış, bugün ofise arka koltukta gittim. Dışarıda maske şart, inşallah millet uyar. 

Bugünlük benden bu kadar...

Hepinize iyi geceler

Tugba

2 Nisan 2020 Perşembe

Corona Günleri 17. Gün




Corona Günleri

17. Gün

18'e 1 ay kala.... 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü...

Otizmli çocukların farkında mıyız? Özürlü yada engelli çocuklarımızın farkında mıyız? Bence geçenlerdeki yazımda belirttiğim gibi "harika çocuklar" yetiştirme çabasında olduğumuz için onlardan farklı çocuklara "farkında olmamaya" çalışıyoruz. Nedeni: Harika çocuklarımızın ruh sağlığı bozulmasın diye... Hadi canım diyebilirsiniz ama biz bu serüvenin içinde bu tavırlarla çok karşılaştık. Artık alıştığımız için çok da umurumuzda değil, eskiden üzülüyorduk tabii ki... 

5 ay önceki yazıma kaldığım yerden devam edeyim: Yıl 2006, Fenerbahçe'deki ev artık dar gelmeye başlamıştı, 2 çocuk, minnak odalar, annemin hemen karşı apartmanı ama gene de bize bir daral geldi. Bir akşam işten geldim annemden çocukları alacağım, salonda cam kenarının önündeki koltukta mavi gözlü, kırmızı yanaklı hafif toplu bi hanım oturuyor. Annem bana döndü ve "Gül artık bizim" dedi. Ben "nasıl yani anne çıldırdın galiba" dedim. Gül'ün teyzesi Cansen Teyzelerin bir akrabasına bakıyormuş, Biz 
de günlük gelen Fatma var ama Fatma saat 5'te gitmek istiyor haliyle Ümraniye'ye gitmek 2 saat, eee ben Merter'den gelemiyorum 5'te, annem bakıyor ama iki bebek zor tabii ki, annem çocukları ve Gül'ü elime verdi, hadi evinize deyip bizi sepetledi tabiri caizse. 


Gül, Batum Gürcistan'dan gelmişti ve daha ilk günden o gülen yüzü ile bebeklerime sevgi ile bakışı, Fatma ile Türkçe geliştirmeleri, annemin O'na da Türk yemeklerini öğretmesiyle harika bir 3 ay geçirdik. Derken bir cumartesi salonda otururken Gül'ün telefonu çaldı arayan kızı idi, Sophy o zaman 16 yaşındaydı ve annesine "babasının iş bulduğunu ve hemen Batum'a dönmesi gerektiğini" söyledi. Ben tabii şaşırdım kaldım, zaten o geldikten sonra geçirdiğimiz 3 ay gerçek olamayacak kadar iyiydi, rüya sona erdi. Ertesi sabah giderken bana Gül, "gidiyorum ama sana benden çok daha iyi birini göndereceğim, haftaya pazar sende" dedi, helalleştik ve gitti. 

Bir hafta sonra pazar sabahı Gül'ün Teyzesi İzo ile birlikte dönmüştü, ben de Bostancı'ya gidip İzo'yu alıp eve getirdim. Herkes O'na çok güveniyordu, Teyze'de" İzo Türkçe bilmiyor ama öğrenir öğrenir merak etme" dedi ve gitti. Eve geldik İzo bana bakıyor ben O'na, İzo o gün çok ürkek, boynunda vefat eden kızının resminin olduğu bir madalyon, elinde bir çanta ile hala gözümün önünde...Bir kaç gün geçtikten sonra gerçekten İzo akıllı kadın, eve alışmaya başladı, tabii Fatma gün içinde ne yapması gerektiğini anlatıyor, annem arada gelip İzo'nun Türkçe bildiğini sanıp kadıncağıza bir şeyler söyleyip eve giderdi. Akşamları İlker O'na rusça türkçe sözlük aldı ve önemli kelimeleri yazdı, İzo Rusça sözlükten onları çevirdi ve yavaş yavaş Türkçe kelimeleri öğrenmeye başladı. 

1 ay sonra İş Bankası Bloklarına taşınınca hepimiz çok rahatladık. Herkesin kendi odası oldu, salon tamamen çocuklar için düzenlendi, salıncaklar, trambolin, oyuncaklar, zaten biz sabah işe gidip akşam geldiğimiz için salonun onlara ait olması iyi geliyordu. Yazın Kuşadası'na yazlığa gittiğimizde İzo daha iyi Türkçe anlar olmuştu. Tam 14 senedir İzo ile artık aile olduk.  Hatta O'na İzo Türk diyorum, İzo mükemmel Türkçe konuşur oldu, hatta Türkçe gazete, roman okuyabilecek kadar iyi biliyor. Türkçe deyimleri bile kullanabiliyor. Akıllı Kadın. Gül ile hala görüşüyoruz, İzo Gül'den daha mı iyi? Evet çok iyi bir insan, O'nun kadar merhametli kimse olamaz.

Fakat 4 yaşına gelen Meltem'e sağladığımız konfor iyi gelmedi. Gündüzleri Feneryolu'nda Rahmetli Ülker Yaşin'e bireysel terapiye gidiyordu, Fatma deli gibi onunla oynuyordu ama Meltem giderek içine kapandı ve geceleri artık hem O'nun için hem bizim için felakete dönmüştü. Uyku saati gelince Meltem ağlamaya başlıyor, tavanlara bakıp halüsinasyonlar görüyor ve sabaha kadar ağlamaya devam ediyordu. İzo, İlker ve ben dönüşümlü olarak vardiya şeklinde Meltem'e bakıyorduk, sabah olunca hiçbir şey olmamış gibi biz işe, İzo'da günlük işlerine dönüyordu. Bu işten en fazla zarar gören İlker oldu, bize kıyamadığı için, uykusu da az olduğu için bazı geceler hep O bakıyor, sabahta işe gidiyordu. Bazı geceler Bağdat Caddesinde dolaşmaya çıkarlardı, kaç kere kendini kırmızı ışıkta uyurken arkadan gelen aracın kornasına irkilerek uyandığını bilir. Bilirsiniz bebekler arabadayken çok güzel uyur ama arabadan eve çıkarınca tekrar sil baştan uyanırlar. Sonunda şeker ve kalp hastası oldu.

Melten 6 ay nerdeyse hiç uyumadı, 72 saat ayakta gezindiğini biliriz. Bu arada kaç tane doktora gittik hatırlamıyorum ama piyasadaki ünlülerin hepsini dolaştık ama bi çözüm bulamıyorlardı, teşhis koyamıyorlardı, feciydiler hepsi, sadece 300, 500, 700.-TL ( O Zamanlar normal ücret 150-200 TL idi)  her bir vizite para ödediğimizi hatırlıyorum hatta randevu 10 dakika uzadı diye fark alan doktora bile rastladık. 

Bir gün şirkette otururken Gül Hanım geldi ve "ne yapalım böyle olmaz" dedi. Gül Hanımın ablası da Çapa Tıp Fakültesinde hemşire, yeni bir doktor bulalım dedim, ertesi gün ablası aradı ve "Tuğba Hanım Nişantaşı doktoru mu olsun yoksa Çapa tarafından mı olsun" dedi. Ben "aman dedim sosyetik doktor istemiyorum aksine bu işte daha vicdanlı ve kendini buna adamış bir doktor isterim" dedim. Sonuç bizi Doç.Dr. Osman Abalı ile buluşturdu. Osman Bey benim yaşımda, Çapa'da iyi bir doktor ve kendini bu çocuklara adamış ayrıca bu çocukların ve normal çocukların gelişimlerine katkıda bulunmak için kitaplar yazan sessiz sakin bir doktordu. Meltem'e bir baktı, geçmişini öğrendi ve tek sorduğu soru, "EEG Çekildi mi?"  2 yaşında çekilmişti ama pek bi şey ifade etmemişti. Ertesi gün bin bir güçlükle Meltem'in EEG'si çekilince beyin dalgalarının darmadağın olduğunu gördük ve bunun sonunda epilepsi teşhisi aldı, o gün verdiği ilaç ile Meltem kendini toparlamaya başladı çok şükür ama Osman Bey Çocuk Psikiyatrı ve bizim Çocuk Nörolojisine gitmemizi istedi. Çocuk Nöroluğu çok yok ve biz zaten en popülerlerine gittik, tık yok hiçbirinde, ne yapacaktık?

O günlerde Meltem devamlı ateşleniyor, yada muzurluklarından mesela bir akşam elini fırına sokup yaktığı için biz de kendimize Yeditepe Üniversitesi hastanesini belledik, hoop acilindeyiz. Çocuk doktorumuz Rahmetli Suat bey Meltem'e çok iyi bakıyordu, bu teşhis konulunca bizi Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl'e yönlendirdi. Canan Hanım çok yoğundu, randevuya gittik, çokk bekledik ama sonunda Meltem 5 yaşında ve kadıncağızın her halde en küçük hastası oluverdi, Canan Hanım dozajlarını ayarladı ve biz 3 ayda bir EEG çektirerek Meltem'in uykularını kontrol altına aldık. 

2008 Şubat ayında Meltem çok ateşlendi ve Özel Çocuk Doktorumuz Alpdoğan Bey'e götürdük, Meltem'in hemen akciğer röntgenini istedi ve gene bizi hooppp Yeditepe'ye gönderdi, Meltem zatürre olmuş, 7 gün hastanede yattık, 12 saatlik vardiyalarla ben ve İzo gece, İlker ile Esen Abla gündüz Meltem'e bakıyorduk. Hastane, mükemmel bir tedavi ile Meltem'i iyi etti ama biz gene bittik yorgunluktan.

O yıl bize gene iyi gelmedi ve haziran ayında ağır metal testi yapılmasını istedi Çapa'daki doktorumuz, yapılan testte ağır metal birikimi olduğu tespit edildi Meltem'de, e ne yapacaktık? "Şelasyon tedavisi" dediler, bunun ilacı "Ankara Hıfzısıhadan" geliyor ve ara yoğun bakımda yatılarak tedavi uygulanıyor. Amanın, bir tek de Çapa'da yapılıyor. Neyse Banu'nun kayınvalidesi Prof. Dr. Günay Saner, orada bize bir oda ayarladı, tam gidecektik, hastaneden biri aradı ve "gelmeyin, Ankara'dan ilaçlarınız gelsin sizi arayacağız öyle yatış yapın" dedi. Ertesi gün öğleyin arandık ve hastaneye doğru yola çıktık. Çapa zaten içler acısıydı, sora sora Yoğun bakım ünitesini ve bizi arayan kişiyi bulduk, tam içeri giriyorduk ki bir bebek vefat etmiş, aile yerlerde ağlıyor, kriz geçiriyordu. Biz tabii şok. Odaya geçtik, odada sadece sefil bir yatak, iğrenç bir koltuk var o kadar, amanin yastık bile yok. Ben yanımda çarşaf götürmüştüm ama yastık gelmemişti aklıma, hemen Gül Hanım arandı ve yastık, çarşaf, pike alıp getirmesini istedik. 

O sırada ben, İzo ve İlker varız tabii Meltem, adını hiç unutmadığım Demet diye egosu tavan ama aşağılık kompleksli bir doktor geldi odaya, bize baktı ve "kaç kişisiniz bu odada, siz kendinizi kim zannediyorsunuz bu odayı 1 gün önce ayırtıp bugün teşrifte bulunuyorsunuz demez mi?" Ben orada kadına girecektim, ya sabır Günay Hoca var arada, "Doktor Hanım biz Günay Hocanın hastasıyız, kızımız ağır engelli ve en az 2 kişi olmalıyız yanında serumu söküp atmasın diye, şimdi geldik, siz ne diyorsunuz" diye kibarca çıkıştım. Doktorun Meltem'in hastalığını ve niye orada olduğumuzu anladığını zannetmiyorum. Hala gözümün önünde yazarken, neyse hanımefendi gitti ve bir daha gelmedi ama her sabah güvenliğe "niye odada iki kişi olmamız gerektiğini 5 gün boyunca tekmil verdik." Meltem her dört saatte bir özel iğne oluyordu, o iğne kalbinin durmasına sebep olabileceği için ara yoğun bakımda yatıyorduk ayrıca 24 saate serumla vücudu arındırılıyordu. 

Gece serum makinasını almaya çalışan hademeler, arada ağırlaşan bebeklerin ailelerinin feryatları, haziran ayı olmasına karşın sabah karşı odanın soğuması, hastanenin şartlarının, tuvalet gibi feci olması, çok kötüydü. Sonunda ben son gece hastalandım. Bittim. 5 günün sonunda Meltem iyiydi ama biz kötüydük. Bunlar tabii birikti yıllar içinde. 

Bugün çok baydım sizi, biz Ağır engelli ailelerin hikayesi bitmez, yarın devam edeyim, inanın yoruldum. 

Sabah çok yağmur yağdı ama şimdi güneşimiz var. Dün demiştim Kuşadası'nda güneş çıkar diye ama hem rüzgarlı hem de çok soğuk... Sakin bir gün geçiriyoruz, evdeyiz. Hepimize kolay gelsin.

Sevgiler

Tugba


1 Nisan 2020 Çarşamba

Tuğba'nın Ajandası: Corona Günleri 16. Gün1 NisannnnBugün hav...

Tuğba'nın Ajandası:


Corona Günleri 

16. Gün

1 Nisannnn

Bugün hav...
: Corona Günleri  16. Gün 1 Nisannnn Bugün hava güneşli ama serindi, zaten gece yarısından sonra yağmur veriyor ve hava 6 gün yağmurl...

Corona Günleri 16. Gün




Corona Günleri 

16. Gün

1 Nisannnn

Bugün hava güneşli ama serindi, zaten gece yarısından sonra yağmur veriyor ve hava 6 gün yağmurlu, Kuşadası'na güveniyorum, hep kapalı geçmez, arada güneş yüzünü gösterir diye düşünüyorum. 

Aaaaa esas unutuyorum bugün 1 Nisan, küçükken okulda, evde şaka yapmak için senaryolar oluştururduk, kendi çapımızda eğlenirdik. Benim kafa çok gidik galiba dün gece Özcan ile Rukiye bana kumpas kurup şaka yaptılar ben de bayağa kandım, sabahta bizim Ailecek what'sapp grubumuza Banu "birisi corona virüsünden hastaneye kaldırılmış" yazınca hemen sosyal medya, gazete araştırdım, bulamadım, anlık sevinç yaşamış oldum çünkü "1 Nisannn"  diye mesaj attı. Neyse gene kendi çapımızda eğlendik. 

Genel olarak sakin bir gün yaşadık. Mert'in online dersleri, öğretmenlerle görüşmeler, evde temizlik, bir ara Meltem firar etmiş, kapı kilidini unutmuşuz, 3. kattan topladım.  Pıtır Hanım evin her yerinde, bugün güzel bi halini yakaladım çektim fotosunu. Şimdi hava iyice serinledi, yazımı yazıp, dizi attırıp uyuyacağım. Biz 16 gündür evdeyiz ama millet maşallah dışarıda, maskesiz, eldivensiz. Bu işin önüne nasıl geçeceğiz bilemedim hele bugün İstanbul'un en kötü durumda olduğunu görünce...


Birazda güzel şeylerden bahsedelim:

Dün Sevgili Berrin,  bana Koç Grubu çalışanlarının kullandığı Koç Akademi uygulamasını artık herkese açtığını söyledi. Ben de hemen portala girdim ve biraz gezindim. Aile, Bilişim Teknolojileri, Hobi, Kişisel Gelişim, Sağlık ve Yaşam başlıklardan oluşan 5 ana bölümden oluşuyor.  Altında her konu ile ilgili alt konular var, bunlar  5-7 dakikalık videolardan oluşmuş, ilginizi çeken videoyu yükleyip izleyebiliyorsunuz. İçerikler iyi düşünülmüş ve kaliteli, arzu edenler gün içinde bakabilirler. 

Bugün enerjimiz düşüktü, yarın daha iyi bir gün olması dileğiyle, hepinize iyi geceler.

Tugba

31 Mart 2020 Salı

Tuğba'nın Ajandası: Corona Günleri 15. GünEvettt , dün yazımda...

Tuğba'nın Ajandası:


Corona Günleri 

15. Gün


Evettt , dün yazımda...
: Corona Günleri  15. Gün Evettt , dün yazımda belirtmiştim bugün televizyona çıkacağım diye, tabii ki çıktım. Sabah 10:30'da Kana...

Corona Günleri 15. Gün




Corona Günleri 

15. Gün


Evettt , dün yazımda belirtmiştim bugün televizyona çıkacağım diye, tabii ki çıktım. Sabah 10:30'da Kanal D'de yayınlanan "Neler oluyor hayatta?" programında sizden gelenler bölümünde ilk olarak benim videom yayınlandı. Sevgili Rüya'ya çok teşekkür ediyorum. Günümüz şenlendi, beni ulusal televizyonda görüp arayanlara ve instadan selam söyleyenlere de teşekkür ederim. Çalışıyor olsaydım böyle birşey yapamayacaktım, evde de kimse seyredip beni arayamayacaktı. Bugünlerin kıymetini bilelim. :)

Öğleden sonra Meltem, İzo ve ben araba ile kendimizi dışarı attık. Ben kaç gündür çıkmamıştım, iyi geldi. Söke'ye doğru rotamızı çevirdik. Bu sefer Söke'nin tepelerindeki minik köylerin içinden geçtik, yurdum insanı çok ilginç, 3 katlı apartman yapmış yanında keçi, inek otlatıyor, ahırlar var. Yolda jandarma durdurdu, İzo'ya "65 yaş üstü müsünüz" diye sorunca İzo çıldırdı:) Güzel mekanlardan geçtik, daha sonra Prene'ye doğru yolumuza devam ettik. Harika bir doğa var oralarda, ekilmiş yada ekilmeye hazırlanan tarlalar, bahçeler, minik çırçır fabrikaları, tohum üretme fabrikaları, arada Pirene ve Milet Ören yerlerini geçtikten sonra kendimizi Didim de bulduk. Didim'e çok küçükken gitmiştik, pek sevmemiştim gene pek sevemedim. Denizin kenarındasın ama denizi görmüyorsun. Sevenlere saygı duyuyorum ama bana göre bir yerleşim yeri değil. 

Akşam üzeri Dusburg Almanya'da oturan arkadaşımız Mirko ile konuştuk. Adam evinin bahçesinde oturmuş bir yandan bilgisayarında işlerine bakıyor bir yandan da şarabını yudumluyordu. 3 hafta her şey kapalıymış, devlet firmalara ve vatandaşlarına mantıklı yardımlar yaptıkları için çok rahattı, bize normal zamanda çok vergi verdiklerini ama bu salgında devlet tüm vatandaşlarına sahip çıktığını ve rahat bir şekilde salgını atlatmalarını sağlıyormuş. Devlet var, iban var. Bi de hala bu ibana inanan insancıklarımız var.  Ah ah Türkiye, içimize dönsek, tarım ve üretimi arttırsak, kıskanılacak ülke oluruz ama millet şimdi bi tarafıyla gülüyor. Ben de Alman arkadaşıma biz de çok rahatız, her şeyimiz yeterli, rahat bi şekilde salgından kurtulacağız demek isterdim. Görüşmemizden sonra başım tuttu walla, hepimize kolaylık verin Allah, işimiz zor.

Şimdilik benden bu kadar, hepiniz iyi olun, mutlu olun, ne olursa olsun.

Sevgiler

Tugba

30 Mart 2020 Pazartesi

Drupa

 Drupa... 16 Yıl Matbaacılar için Drupa Fuarı ayrı bir anlam taşımaktadır. Babam, 1976 yılından itibaren 2016'ya kadar hepsini ziyaret e...